Sorular | Soru sor

Namazda huşû...

Selamun aleykum hocam, Müminun suresinin 1 ve 2. Ayetlerinde “Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler” buyruluyor. Namazda huşû ne demektir, nasıl olur, açıklayabilir misiniz? Allah’a emanet olun. (İsim mahfuz)

Ve aleyküm Selâm…

Sevgili kardeşim;

Âlemlere rahmet sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), bir hadis-i şeriflerinde buyuruyorlar ki:

“…Namaz, huşû duymak, tevâzû ve tezellül göstermektir.” [Tirmizî, Sünen, Salât, 166]

Ashab-ı kiramdan Abdulllah bin Şıhhîr (r.a.) Peygamber Efendimiz’in namazdaki huşû hâlini şöyle anlatmaktadır:

“Bir keresinde Rasûlullahın (s.a.v.) yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden, kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.” [Ebû Dâvûd, Sünen, Salât, 158]

Allah dostlarının (kaddesallahu esrarahum) namazdan aldıkları mânevi zevki Hz. Mevlânâ şöyle ifade eder:

“Öyle bir abdest al ki, hiç bozulmasın. Öyle bir namaz kıl ki, hiç bitmesin. Âşığa beş vakit namaz yetmez; beş yüz bin vakit ister. Gerçek âşık, vuslatın bitmesini hiç ister mi?”

***

Huşû; kelime manası itibariyle; korkmak, itaat etmek, tevazu göstermek, boyun eğmek demektir.

Kur’an-ı Kerim’de, kıyamet günü insanların Allah'ın azameti karşısındaki korkuları, bükülüşleri, alçalışları, sessiz-sedasız duruşları "huşû" mefhumiyle şöyle ifade edilmiştir:

"O gün insanlar, hiçbir tarafa sapmadan Hakkın davetçisine uyarlar. Gözler Rahman'ın heybetinden huşû' içerisine girmiş, kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka bir ses işitemezsin." [Taa Haa, 20/108]

Diğer bir ayette de, "İman edenlerin kalpleri, Allah'ı ve O'ndan gelen hakikatleri hatırlayarak huşû ile dolma zamanı gelmedi mi?" [Hadid suresi, 57/16] buyrularak huşû kavramı doğrudan kalbin bir fonksiyonu olarak ortaya konmuştur.

İlahi bir tabir olarak huşû; bir yandan çekinmek, korkmak, boyun eğmek gibi kalbin bir fiili, diğer yandan sükûnet içinde olmak, hareketsiz duruş sergilemek gibi organların bir faaliyeti olarak kendini gösterir. Buna göre huşû; aslı kalpte, tezahürü yani yansıması bedende olmak üzere iki yönlü bir tesirleşmenin adıdır.

***

Namazın Ruhu Huşûdur

İçinde huşûyu barındıran namaz, sizin sorunuzda naklettiğiniz ayetle, hakiki kurtuluşun anahtarı olarak gösterilmiştir: “Muhakkak ki iman edenler kurtulmuştur. Onlar öyle kimselerdir ki, namazlarını huşû ile kılarlar.”

Fakat şu da bir gerçektir ki, bir çok müslüman sürekli olarak samimi bir şekilde namaz kıldığı ve kılmak istediği halde, insanî bir gaflet hali yaşayabiliyor ve her an huşû içinde olamayabiliyor. O halde bu dermansız derdin teşhisini doğru koymak gerekir.

Huşûyu yansıtan bir hadis ve hadise şöyledir:

Hz. Ali anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.), rükûda şu duayı okuyordu: "Allah'ım! Senin için rükûa vardım, Sana iman ettim, Sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, beynim (iliğim), kemiğim ve damarım (sinirim), sana karşı huşû içerisine girmiştir." [Müslim, Sahih, Müsafirûn, 201]

***

Namazdaki Huşûun İki Unsuru:

a) Tahliye / boşaltma...

b) Tahliye / süsleme donatma...

Birinci tahliye; Arapça menşe'li / kaynaklı bu kelimenin üçüncü harfi "h", noktalıdır, yani "hı"dır. Türkçe’de "evi tahliye etme", bu anlamdadır.

Mevzumuzla ilgili olarak; namaz kılanın iç âlemini arındırması, temizlemesi, namazla ilgili olmayan düşünceleri kalbinden çıkartıp atması, duygu ve düşünce yuvasını -Rabbinin huzurunda- huzur ve sükûnunu bozan her türlü tasavvurlardan tahliye etmesi manasına gelir.

İkinci tahliye, yine Arapça menşe'li/orijinli olan bu kelimenin üçüncü harfi "h" ise, -gözlü "ha" değil- noktasız "ha"dır. Süslemek, zinet / süs eşyasıyla donatmak anlamına gelir.

Namazda tahliye demek; namaz kılan kimsenin kalbini, aklını, duygularını, bütün iç âlemini ilâhî huzurla canlandırması, namazın hakikatleriyle süslemesi demektir.

Kelime-i tevhidde, tahliyeye / temizleme ameliyesine öncelik verildiği gibi, namazda da bu hususa öncelik vermek gerekir. Kelime-i tevhidde, önce “lâ” edatı, bir süpürge vazifesini üstlenmiş ve yoldaki bütün mevhum/bâtıl ilahları ortadan süpürüp silmiştir. Kalbin yuvası, “lâ” ile yapılan tahliye/temizleme ameliyesine tâbi tutularak şirkin kirlerinden temizlendikten sonra, söz konusu kalbin sahibi, “illâ” asansörüyle tevhid sarayına çıkmış ve onun hakikatiyle süslenmiş olacaktır. "Lâ ilâhe İllallah", bu hakikati ifade etmektedir.

Bu husus namazda da geçerlidir. Mâsivâ’nın (Allah'ın dışındaki bütün varlıkların) manevî kirlerinden temizlenmeden, gerçek manada Allah'ın manevî huzuruna çıkmak ve “huşû” mertebesine ulaşmak mümkün değildir.

Çünkü insanın duyuları-duyguları, birer sarmaşık otu gibi meşgul oldukları şeylere yapışıp kalırlar. Bunların ellerini / pençesini mâsivâdan çektirmeden, Allah Teala’nın huzuruna çıkmak ve huşûa ermek çok zordur. Ayranla dolu bir kabı sütle doldurmak için ayranı boşaltmaktan başka çare var mı? Bu fizik kuralı, metafizik için de geçerlidir. Kalp de bir kaptır; içindeki mâsivâ ayranını dökmeden huzur ve huşû sütünü dolduramazsınız. Doldurmaya kalkışırsanız, bir fayda elde edemezsiniz.

O halde, namazda iken yine de dünyevî meşgalelerle haşir-neşir olmamızın sebebi, söz konusu ilmî ve tecrübe edilmiş düsturu uygulamayışımızdan kaynaklanmaktadır. Dünya işleri daha bütün sıcaklığıyla kalbimizde yer etmeye devam ederken, namaza durmaya ve sonra da “neden huzur ve huşûa eremiyoruz” diye şikâyette bulunmaya hakkımız yoktur.

Aslında, temizlik ve abdest gibi ön hazırlıkların namazdan önce emredilmesinin bir hikmeti de budur. Abdest almakla; bir yandan maddi yönden temizlenme ameliyesini gerçekleştirdiğimiz gibi, fikir, zihin ve duygu planında da manevî bir temizlik işini icra etmiş ve bunu yaparken de, sıkı bir kontrol ile zihnimizi ve hislerimizi biraz sonra huzuruna varacağımız Hz. Mevlâ’ya yönlendirmekle, önemli bir mesafeyi kat etmiş oluruz.

***

Huşû Namazın Hem Çekirdeği Hem de Meyvesidir

Yüce Rabbimiz, “Namaz huşû sahiplerinin dışındakilere ağır gelir”[Bakara suresi, 2/45] beyaniyle bize huşûu, namazın çekirdeği olarak göstermiştir.

“Muhakkak ki, iman edenler kurtulmuştur. Onlar öyle kimselerdir ki, namazlarını huşû ile kılarlar” [Müminun suresi, 23/1-2] ayetleriyle de huşû, namazın bir meyvesi olarak gösterilmiştir.

Huşûnun zıddı gaflettir. Gaflet ise, üç ayaklı bir şeytan üçgenidir. Şeytan kişiye namazla ilgisi olmayan şeyleri hatırlatıp telkin eder. Nefis, daha önceki meşguliyetini namazda da devam ettirmek ister. Disipline alışmamış fikir ise, Allah’ın huzurunda olduğunu düşünmeden rastgele şeylerle eğlenmeyi arzu eder. Bu sebeple, vesvese ve lüzumsuz işlerle meşgul olduğumuzu fark eder etmez, derhal toparlanıp kendimize gelerek huzura dönüp yolumuza devam etmemiz gerekir.

Huşû ile kılınan bir namazın huşûsuz kılınan bir namazla aynı olması zaten adalet ölçüsüne de terstir. Ancak baştan sona kadar huzuru yakalamak da elbette ki güçtür. Mühim olan namazdaki gafletle geçen zaman dilimini asgariye indirmektir. Yoksa ondan bütün-bütün kurtulmak insanın yapısına aykırıdır.

Bu zorluğundan ötürüdür ki, Rasûlullah efendimiz (s.a.v.) Tebuk Harbi dönüşünde, “Küçük cihaddan artık büyük cihada/savaşa döndük” [Aliyyü’l-Kaarî, el-Esrâru’l-Merfûa, s. 211, Hadis no: 211; Ayrıca bkz: el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, c. 1, s. 424-425, Hadis no: 1362] diye buyurmuş ve bunun nefisle mücadele-mücahede olduğunu söylemiştir. Nefisle mücadele etmenin en zorlu sahnesinin de namaz olduğu ifade edilmiştir.

Mâûn suresinin tevbihini (tekdir edip azarlamasını) değerlendiren Hz. Ali, Hz. İbn Abbas ve Hz. Enes (r.anhum) gibi bazı sahabîler, ayetteki inceliğe dikkat çekmiş ve “namazdan” ifadesinin “namazda” tabirinden çok farklı olduğunu söylemişler.

Buna göre “Fî salâtihim” denilse, namazlarında gaflet gösterenlerin vay haline, manası çıkar ki, namazda gaflet etmemek, sehiv yapmamak insan gücünün dışında bir şeydir. Kaldı ki, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) bizzat namazda sehiv yaptığı bilinmektedir. Fıkıh kitaplarının hepsinde, “Namazda sehiv ve sehiv secdesi” bâbı-bölümü vardır.

Onun içindir ki, ayette “an salâtihim” denilmiştir. Yani onlar ki, namazlarından gaflet ediyorlar. Yani; namazın kendisinden haberleri yoktur, onu tamamen unutuyorlar, ehemmiyet vermiyorlar. İnsanlara karşı bir gösteriş kaygıları olmazsa asla kılmazlar.

Bu sebepledir ki, bazı alimler bu ince farka işaret etmek üzere demişler ki; Allah’a şükürler olsun ki, Kur’an’da “Fî Salâtihim (namazlarında)” denilmeyip de “An salâtihim (namazlarından)” buyrulmuştur.

Sonuç olarak, namazı huşû ile kılmak, beden ve ruh bütünlüğüne ermektir. Buna ulaşmak için maddi ve manevi hazırlık yapmak gerekir.

namaz, Namazda huşû, huşû duymak, tevâzû ve tezellül göstermektir, Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden, kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu, Tahliye, tevbih, tekdir,

Yorumlar (0)
Yorumlarınızı asagidan yazabilirsiniz. Yeni soru sormak icin ise buraya tikla

MollaCami.Com