Sorular | Soru sor

İslam’a göre ırk ve ırçılık…

Soru: Kim kiminle kardeştir? Irkların-kavimlerin-milletlerin birbirlerinden üstünlüğü var mıdır? İslâm’a göre üstün ırk anlayışı olur mu? tşk ederim

İslâm’da ırkçılığa yer olmadığını, kimin kiminle kardeş bulunduğunu beyan eden Mevlamız Kelâm-ı Kadim'inde buyuruyor ki:

“Müminler ancak biribirlerinin kardeşidirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmet olunasınız… “Ey insanlar! Muhakkak ki biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah indinde en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, her şeyden tamamiyle-kemaliyle haberdardır.”[Hucurat suresi, 10, 13]

Allah Teala ne Türkleri, ne Arapları, ne Kürtleri, ne Almanları, ne Yahudileri… hasılı hiçbir ırkı biribiriyle kardeş yapmıyor. Sadece mü’minlerin biribiriyle kardeş olduklarına hükmediyor.

İslâm fıkhına-hukukuna göre, mü’min olmayan bir evlat, mü’min olan babasına varis olamıyor. “İman” denilen manevi bağ kopunca, kan bağı dahil maddî bağların hiç birinin hükmü kalmıyor, işe yaramıyor.

Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:

“Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, bir kişi hayırdan kendisi için istediğini, Müslüman kardeşi için de istemedikçe mükemmel bir şekilde îman etmiş olmaz." [İmam Ahmed b. Hanbel, El-Müsned, el-Fethu’r-Rabbani Tertibi, Ensar Yayıncılık, 1, 113]

Hadis-i şerif bir nevi yukardaki ayetleri tefsir ediyor. İslâm’ın kardeşlik ölçüsünü veriyor bize: Kişi, kendi nefsi için istediğini, mü’min kardeşi için de isteyecek ki kâmil mü’min olabilsin...

Bir diğer rivayetse şöyledir: “Kendin için istediğini (iyi ve güzel şeyleri) başkaları için de iste ki, (tam ve kâmil) Müslüman ol! " [Bkz. Tirmizî, Sünen, Zühd, 2, Hadis no: 2306; İbn Mâce, Sünen, Zühd, 24, Hadis no: 4217]

Mü’minler birbirlerini böylesine sevmeleri gerektiği halde şu veya bu sebeple aralarına kin ve husumet girerse, bu takdirde ne yapacaklardır?

Âyet-i kerimenin devamı onu da şöyle açıklıyor: “Kardeşlerinizin arasını ıslah edin, düzeltin.” Onları sulha, sükûna kavuşturun. Düşmanlıklarını dostluğa, nefretlerini muhabbete, kinlerini kardeşliğe çevirin…

Evet, Kur’an’ın hükmüne göre müminler kardeş… Hepsi bir tek aile... Tek cephe… Onların arasına ayrılık sokanlar ise, bilerek veya bilmeyerek karşı cephe namına çalışmış oluyorlar.

Hud sûresinden ibret dolu bir ders: Tufan hâdisesinde, “Nuh Rabbine dua edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ehlimden/ailemdendir. Senin vadin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin. Allah (c.c.) buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden (ehlinden) değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana, cahillerden olmamanı tavsiye ederim.”[Hud suresi, 45-46]

Demek ki insanın; inanmayan, isyan eden oğlu, onun ehlinden, ailesinden sayılmıyor. Öyle ise inanmayan ırkdaşı da onun dostu, kardeşi olamaz. Bu hakikati hiçbir tevile/yoruma imkân vermeyecek şekilde net biçimde ortaya koyan Rabbimiz, şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) velî (dost) edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.”[Tevbe suresi, 23]

Bu ayet-i celile, “Ancak mü’minler birbirinin kardeşidirler” âyet-i kerimesinde verilen dersin, ince idrâkin ve engin şuurun bir başka ifadesidir.

İnanmayan babanız sizin dostunuz değil… İnanmayan kardeşiniz de sizin dostunuz değil. Onları dost edinen insan, hakikati çiğnemiş, haksızlık etmiştir. Allah’ın ona bir lutfu olan sevgi-muhabbet hissini yanlış yerde kullanmış, zulmetmiştir… Yanlış bir tercihle kendisini saîdler zümresine değil de şakîler taifesine dahil etmiştir. Onun sevgi hanesinde münkirler, mü’mine ağır basmış… ve o insan, bu büyük adaletsizliği işlemekle zalimlerden olmuştur.

Halbuki kıyamet gününde, yanlarında bulunduğu o insanların ona bir faydası dokunmayacak, aksine zararları olacaktır. “O gün, ne mal fayda verir ne de evlat.
Ancak Allah'a kalb-i selim (temiz bir kalp) ile gelenler hariç (o günde sadece onlar fayda bulur).”[Şuarâ suresi, 88-89]

Akrabalık bağının, ırk yakınlığının en birinci basamağı, en ileri seviyesi evlâtla ebeveyn arasındaki münasebet değil midir? Âyet-i celile, bu yakınlığın dahi o meydanda kâr etmeyeceğini, fayda vermeyeceğini haber veriyor bize...

Hal böyle olunca, artık hangi ırkçılıktan bahsedebilir ki! O gün kimsenin ne malına-mülküne ne parasına-servetine ne de kazandığı evlât sayısına bakılacak... Bunların hiç birisi para etmeyecek!

O gün tek geçer akçe var; o da “kalb-i selim”. Allah’a teslim olmuş, Onun her emrine boyun eğmiş temiz ve halis bir kalp... Ondan başkasına bağlanmamış bir gönül... Bu gönül kimde bulunursa bulunsun; Arap ta olsun, Acem de olsun, Türk’te olsun, Kürt’te olsun…hangi ırktan kimde olursa olsun makbuldür.

…Ve Cennet, kalb-i selim sahiplerinin varacağı mükâfat menzili... Orada her mü’mine, ameline, ahlâkına, gayretine, himmetine, nihayet ihlâsına göre makam-mertebe-, rütbe-derece verilecek... Oraya giriş vizesi iman; ondaki bütün tabakalar-mevkiler ise, bu esaslara göre tanzim olunmuş… Orada her ırkın ayrı bir makamı yok, her mü’minin manevi derecesine göre farklı bir mevkii var.

***

Hucurat suresi 13’üncüyet ise çok açık: Ayrıca bir tefsire, te’vile/yoruma bile ihtiyaç yok. “Ey insanlar! Muhakkak ki biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah indinde en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır.”

Demek ki hepimizin ırkı tek insana dayanıyor; ilk insan ilk peygamber Adem aleyhisselâma ve onun hanımı, Havva validemize… Rabbimizin dah sonra bizleri farklı ırklara, kavim ve kabilelere ayırmasının tek sebebi ise, birbirimizi daha rahat tanıyıp tanışmamız için… Yoksa hiç birinin öbüründen bir üstünlüğü filan olduğundan değil. Üstünlük ise, sadece ve sadece “takva”da… Kim takva yarışında ilerdeyse, üsütn olan da o. Takva’nın dışında bir üstünlük ölçüsü yok.

***

Bir başka açıdan (akâid-kelâm ilmi penceresinden) şöyle de değerlendirebiliriz bu meseleyi:

İnsan iki türlü haslete sahiptir. Bunların bir kısmı ıztırârîdir, yani kendi elinde olmadan sahip olduğu şeylerdir... Bunları seçme hakkı yoktur kişinin. Mesela Mevla onu hangi ırktan yaratmışsa, ona mensuptur, hangi cinsten var etmişse o cinstendir, bunun seçimi onun kendi elinde değildir.

Bir kısım hasletler de vardır ki; ihtiyarîdir, yani insan kendi çaba ve çalışmasıyla elde eder.

Peki insan kendi elinde olmadan sahip olduğu bir şey için ne hakla üstünlük kuruntusuna düşebilir, övünebilir!

Kaldı ki İslâm'da övünmek hiçbir surette hoş karşılanmamış, her durumda yerilmiştir.

İnsana, mensubu bulunduğu ırkından dolayı ne övünmek yaraşır, ne de dövünmek...

Velhasıl İslâm’ın ırkçılığa bakış açısı bundan ibarettir.

Ayrıca bkz. http://sorular.mollacami.com/soru-ve-cevaplar-437.html

takva, İslam’ın göre ırk ve ırçılığa bakışı, Müminler ancak biribirlerinin kardeşidirler, tanışma, kavim, kabile, ıztırârî, ihtiyarî,

Yorumlar (0)
Yorumlarınızı asagidan yazabilirsiniz. Yeni soru sormak icin ise buraya tikla

MollaCami.Com