Sorular | Soru sor

Namazın Sırları, Erkân Ve Âdâbı

Hocam, namazın esrarını; avamın, tasavvuf yolunda baştakilerin ve sondakilerin namazları arasındaki farkı, tam ve kâmil manadaki bir namazın nasıl olması, hangi şartlar gözetilerek kılınması gerektiğini açıklayabilir misiniz? Teşekkür ederim. Ceyhun Yıldırım – İzmir

Değerli kardeşim; sorunuzun cevabını İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerinden almaya ne dersiniz..? Buyrun birlikte okuyalım.

“Namazın tam ve kâmil manada olması; fıkıh kitaplarında tafsilatıyla açıklanan farzlarını, vâciplerini, sünnetlerini ve müstehaplarını yerine getirmekten ibarettir. Bu dört hususun dışında namazın tamamlığında tesiri olan beşinci bir şey yoktur.

“Namazdaki ‘huşû’ da bu dört şeyin içindedir. Yine bunun gibi, kalbin haşyeti de bunlara bağlıdır.

“Bazıları, bu dört meseleyi yalnızca bilmekle yetinerek bunlarla amel etmede gevşeklik gösterirler. Bunların, namazın kemâlâtından çok az nasipleri olur.

“Kimileri de kalplerinin Hak Sübhânehû ile beraber olmasına önem verdiler… Namazdaki fiilî hareketlere, a’zâlarla yapılan pek iltifat etmeyerek işi farzlarla ve sünnetlerle sınırladılar. Bunlar aynı şekilde namazın hakikatine vakıf olamadı ve anlayamadılar. Namazın kemâlâtını namazın dışında aradılar. Kalp huzurunu, namazın hükümlerinden saydılar.

“Halbuki, “Lâ salâte illâ bi-huzûri’l-kalbi: Namaz ancak kalp huzuru iledir” [Bkz. Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 1, 45; Şerhu’n-Nevevî alâ Sahîhi’l-Müslim, 5, 44] hadisindeki kalp huzurundan maksat, bu dört şeyle birlikte olan kalp huzuru olmalıdır. Bu dört mevzuda ifade edilenlerin yerine getirilmesinde herhangi bir gevşeklik olmaması için, bu, böyle anlaşılmalı. Bu fakîr, bunun ötesinde bir huzûr düşünemiyor.

“Namazın tam ve kâmil olması yalnızca bu dört şeye bağlıysa, namazın kemâli için bir şey gerekmiyorsa, mübtedî (yani seyr u sülûkun, maneviyat yolunun başında olan) ile müntehî’nin (sonlarda olanın) namazlarının, hatta bu dört şeyi yerine getiren sıradan insanların namazlarının arasındaki fark ne olur?’ denirse, şöyle cevap veririz:

“- Buradaki fark amel cihetinden değil, ameli yapan/işleyen cihetindendir. Bir amelin ecri, onu yerine getirenlerin durumuna göre farklılık arzedebilir. Şöyle ki:

“O amile işleyen makbul ve sevilen biriyse onun ecri/mükâfatı, başkasının ecrinden-sevabından kat-kat fazla olur. Ameli işleyen kişinin kadri/kıymeti-değeri ne kadar yüksek ve yüce ise, ecri de o denli bol olur. Bundan dolayı ‘Ârifin riya karışmış olan ameli, müridin ihlâsla yaptığı amelinden daha üstündür” demişlerdir. Ârifin riya karışmış ameli böyleyse, ihlâslı ameli nasıl olur bir düşünün! Bui sebepledir ki Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.), Rasûlullah’ın (s.a.v.) sevinin/yanılmasının, kendisinin isabet etmesinden ve bir şeyi bilereke yapmasından daha üstün olduğuna inanarak, O’nun (s.a.v.) yanılgısını isterdi. O, Efendimizin sehvini her şeyiyle isteyerek ve kendisinin tam olan amellerinin ve kâmil hâllerinin, O’nun yanılmasından daha düşük derecede olduğuna inanarak şöyle demiştir:

“ Yâleytenî küntü sehve Muhammedin: Keşke Muhammed’in (s.a.v.) sehvi/yanılgısı olsaydım!”

“Tam bir temenni haliyle, iyiliklerinin tamamlık derecesinin Efendimizin (s.a.v.) yanılma derecesi gibi olmasını isterdi. Nebiyy-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) yanılması, dört rek’atlı farz namazın ikinci rek’atinde yanılarak selâm vermesi rivayetinde olduğu gibidir.

“O halde müntehî’nin namazının dünyevi sonuçları ve meyveleri olduğu gibi ahirette de bol ecri vardır. Mübtedî ve avâmın namazı böyle değildir. (Bu manayı teyid eden) bir şiir:

“Mâ nisbetü’l-Ferşiyyi bi’l-Arşiyyi: Arşa’ta olanın yerde olanla ne alakası olabilir ki!..’

Diğerlerinin namazlarıyla kıyaslanarak aralarındaki farkın anlaşılması için, müntehî namazının hususiyetlerinden / özellik ve güzelliklerinden bir nebze anlatalım:

“Müntehî Kur’an okurken, tekbirleri ve selâmları getirirken bazen, dilini Hz. Musa’nın ağacı gibi bulur; kuvvelerini/potansiyelini ve a’zâlarını yalnızca alet ve vasıta olarak görür. Kimi zaman bâtınının ve hakikatinin ilgisinin, zâhirinden ve suretinden koparak gayb âlemine katıldığını müşâhede eder… Böylece gayb âlemiyle aralarında, keyfiyeti meçhul (niteliği-mahiyeti bilinmeyen) bir nisbet-bağ oluşur. Namaz bitince tekrar dünyaya döner.

“Yukarıdaki sorunun esasına cevap olarak yine deriz ki:

“Zikredilen dört şeyi tam manasıyla yerine getirmek, yalnızca müntehî’ye nasip olur. Mübtedîler7in ve avâmın bu dört şeyi kâmil manasıyla yerine getirmeleri zordur. Yerine getirmeleri mümkün olsa bile, ‘Huşû duyanlardan başkasına namaz, elbette ağır gelir.’[Bakara suresi, 45; İmam-ı Rabbani, el-Mektûbat, 1, 305]”

***

Ezelî takdir olarak Sâdât-ı Nakşibendiye Zinciri’nin 33’üncü halkası kendilerinin nasibi olduğundan… Zâhirî ilimleri ikmâlin yanında bâtınları da İlâhî füyûzât ile alâkalanarak, Seyyidler Zincirinin 32’nci halkası ve bu zincirin mânevî cihetten 9’uncu büyük rütbesiinin sahibi olan Salâhuddîn İbn-i Mevlânâ Sirâcüddin (k.s.) hazretlerinden seyr u sülûklerini tamamlayan... Kendilerine vâki tecelliyâtın büyüklüğünden dolayı da, bizzat Salâhuddîn hazretleri tarafından müceddid-i elf-i sâni İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Farûkî es-Serhendî hazretlerinin nisbet-i ruhâniyesine teslim edilen Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) hazretleri de, sohbetlerinde sık sık namazda ‘huzur’un lüzum ve ehemmiyetine işaret ederler ve buyururlar ki (mealen):

“Namazda bu huzurun temini için bilhassa üç yerde uyanık bulunmak, huzur-i ilahide olduğunun şuurunda olmak lazım.

Birincisi, iftitah tekbiri esnasında, O’nun huzuruna çıtığını müdrik bulunmak…

İkincisi, Fatiha-i şerifede ‘İyyâke na’büdü ve iyyâke nesteıyn” ayetini okurken, yani, “(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız” derken… Kalıp seccadede lakin kalp başka yerlerde olmamalı… Kişi, hem kalbi hem de kalıbıyla birlikte ilahi huzurda olduğunun şuurunda olmalı.

Üçüncüsü de, Ka’delerde ‘Tahiyyât’ı okurken, Allah Teala’nın Mi’râc’da Rasûl-i zî-şânına selâmı olan ‘es-Selâmu aleyke eyyühe’n-Nebbiyyü ve rahmetullâhi ve berakâtüh” kısmında, Ravza-i Mutahhare’de Rasûlullah Efendimizin huzurunda ve O’nu bizzat Allâh’ın (c.c.) selâmı ile selâmladığının farkında olmalı, aklı-fikri başka yerlerde dolaşmamalı, gaflette bulunmamalı…

Bu üç yerde huzuru temin etmeye çalışırsa mü’min, zamanla namazın tamamında huşû ve huzuu-huzuru temin edebelir.”

Rabbim cümlemize ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’e, müntehîlerin namazını nasip ve müyesser eylesin. Amin…

mübtedî, müntehî, Namazın tam ve kâmil olması, Namaz ancak kalp huzuru iledir, Namazın Sırları Erkân Ve Âdâbı,

Yorumlar (0)
Yorumlarınızı asagidan yazabilirsiniz. Yeni soru sormak icin ise buraya tikla

MollaCami.Com